21 Ekim 2009 Çarşamba

Fantastik bir grubun sıradan diyaloglar #2

X) Leo, pınar, sedat ve AEE; king oynamaktadır. Muhabbet bir şekilde şu noktaya gelir:
...
AEE: King'den kız mı kalkar, nerede duyulmuş?
Pınar: Ben kalkarım!
Sedat: NEEEE?


1) Leo ve Pınar, Fatihin evinin nerede olduğu hakkında konuşmaktadır, uzun çalışmalardan sonra Leo hatırlar gibi olur ve haykırır: "Ahanda galiba hatırladım, iskele başı'nda kalıyordu"

Pınar: O dediğin yer baltalimanı olmasın kuzum?

Leo: Şeyy...

2) Mert ve Fatih Bant Aggro destesinde neden elspeth olduğunu tartışmaktadır, o sırada Leo gereksiz bir azametle onlara dönerek konuşur

"Odesdelsbesdeste! Tabiki de olur!" ( O deste Elspethlik deste demeye çalışmıştır )

Bunun ardından Leo'nun suratını kaplayan muhteşem-açıkladım-herşeyi ifadesi de gelince:

Fatih: Hmm, evet çok doğru
Mert: Abi ne dedi ki bu ben anlamadım
Fatih: Bilmem, ben sadece onaylamam gerektiğini düşündüm?


3) Leo ve Pınar ünlü bir elektronik mağazasında 2+1 ses sistemi beğenmektedirler, o sırada mağaza görevlisi olaya damlar:
"O marka dandik gelin size şunu vereyim" ( dandik olarak adlandırılan marka Creative, vermek istediğiyse adını duymadığım bir marka)
Bunun üzerine işi inada bindiren Pınar dandik denilen ürünü almaya karar verir, ve görevliden 2. bomba:
Görevli: Ondan kalmamış bizde
Pınar: Depodan getirtin?
Görevli: Orada da yok
Pınar: Başka şubenizde var mı?
Görevli: Bir bakayım ( bilgisayara yönelir )
Görevli: Sadece anadolu yakasında var ( Ama çok uzak siz gitmezsiniz keh keh )
Pınar: ( bilgisayara göz atma fırsatı bulmuştur ) Bakın orada taksim şubesinde de var diyor.
Görevli: Aaa, gerçekten de öyle, ama bakın orada 2 tane kalmış biri kesin teşhirdir, diğeri de ööö... bozuktur! (Abart)
Pınar: Tamam ben taksime gidiyorum teşekkürler...

Taksimdeki şubede neyseki daha karakter sahibi bir mağaza görevlisi vardır
Pınar: Şu ürünü alacaktım ben ( kodunu filan söyler )
Görevli: Bakayım bizde var mı ondan?
Pınar&Leo: VAR VAR 2 TANE VAR!
Görevli: P-Peki tamam h-hemen getiriyorum!

4)Rüzgarlı bir gün, Yıldız BKFK Standı...

Rüzgar: Püfff!
AEE: pöffff (Saçları uzundur)
Leo: kıkır :) (Saçları daha az uzundur)

Rüzgar: Püfüdüüü!
AEE: Pöfff! (Saçlar çılgınca uçar )
Leo: kıkır kıkır =))) ( Saçlar ahenkle dalgalanır )

Rüzgar: Püfürrr!
AEE: YETER ULAN SAÇLARIM GÖZÜME DOLDU!
Leo: -dumur-
Leo: ( bunu şarkı mı yapsam acaba )

5)Yıldız BKFK klüp odası, akşam vakitleri ortalıkta muhabbet dönmektedir, odaya giren akşam güneşinin Pınara gelmesini fırsat bilen Leo centilmenliğini konuşturur. Ne varki centilmenliği atasözlerinden pek bihaberdir.
Leo: Eee, akşam güzeli güneşe vurur diye boşuna dememişler
Pınar: Akşam güzeli güneşe vuruyor demek...


..ama bitmedi..
Beşiktaştaki Kadıköy iskelesi, yine akşam vakitleri, bu defa hedef AEE'dir
AEE: Öff en uzun boylu olarak en çok güneşi ben çekiyorum bu ne ya!
Leo: Eee, naparsın akşam güzeli yakışıklıya vurur...
AEE: Hönk?
Mert: Yorum yapmıyorum.
Diğer Yolcular: İPTAL!


6) Yıldız BKFK otobüste:
Alper: Abi bence bu şöyle olmalı (bir bilgisayar oyunundan bahsediyor)
Otobüsteki tanımadığımız X kişisi başını onaylar gibi sallar
AEE: Ha ondan sonra şu vardı hatta
X kişisi tekrar onaylar
Mert: Abi o oyun şu animeye çok benziyor (konu animeye kayar)
2-3 cümle X kişisi bunları da başını sallayarak onaylar
Tuğçe: Abi ben diyorum ki convention için şunları yapalım (etkinlikler hakkında)
X kişisi 2-3 cümleyi de burada onaylar

Otobüsten indikten sonra
Leo: Abi o adam kimdi?
Mert: Bilmem tanımıyorum
AEE: Ben de
Alper: Ben de
Tuğçe: Ben de
Leo: Eööö... peki...


7) Beta-con etkinliği kapsamında vampir köylü büyücü oynanmaktadır. Büyücü Leo'dur.

Gece olduğunda Pınardan şüphelenmekte olan Leo Pınar'ın vampir olup olmadığını kontrol eder, Pınar insan çıkar.

Gündüz olur entrikalı tartışmalar havada uçar. 5dknın ardından Leo olaya damgasını vurur. "Abi bakın Pınar böyle böyle konuşuyor, kesin vampir, yakalım gitsin", ardından tartışmanın ortasında Leo'da birden jeton düşer "Ya bi sn ben Pınar'ı kontrol etmiştim yahu, insan ki o..."
Pınar: "Nasıl konuşuyorsam artık bile bile yinede vampir dedin, kendimi tebrik ediyorum"


8)Yıldız beşiktaş kampüsünden aşağı inilmektedir, o sırada AEE solundaki kiler-i hümayun bahçesini göstererek sorar

AEE: Abi burası ne?
Leo: Divan-ı Hümayun bahçesi
AEE: Divan-ı Hümayun'un bahçede ne işi var abi adamlar bahçede mi toplanıyor, Kiler-i Hümayun olmasın o dediğin?
Leo: Hah o dediğinden işte.
AEE: Keh keh keh...

6 Eylül 2009 Pazar

Ayin

"Yapabilirim, yapabilirim ve yapmalıyım!"

Kendi kendine söylene söylene odada bir ileri bir geri yürüyordu. Önceki denemesinin başarıya ulaşamadığından korkuyordu, ve bu nedenle bir süredir ikinci bir deneme yapma düşüncesindeydi. Sonunda kararını vermişti, bu gün bunun için seçilmiş bir gündü, ve tekrar deneyecekti.

Önce bu iş için seçtiği müziği açtı, sonra yavaşça sırt üstü halıya uzandı. "Bu kez basit bir düğümden fazlası gerekecek." diye düşündü. Sistematik bir şekilde elindeki ipe özel bir düğüm attı, sonra bu ipi göğüs kafesinin üstüne yerleştirdi. Aslında solar plexus'un, ya da diğer ismiyle güneş sinir düğümünün üstüne yerleştirmesi gerekiyordu, ama böyle kapsamlı bir deneme yapmayalı uzun zaman olmuştu, ve solar plexus'un nerede olduğunu hatırlayamıyordu. "Önemli değil" diye düşündü, "Aslolan hep inanç olmuştur".

Müzik ilerlerken o, bacaklarını ve kollarını bir yıldızın kollarını temsil etmek üzere genişçe açtı. Sonra sağ elini yavaşça alnına dokundurdu, buradan sol dizine işaret etti, ardından sağ omzuna parmaklarının ucuyla dokundu, doğrusal bir şekilde sol omzuna geçip oradan çizdiği zahiri çizgiyi sağ dizine yönlendirdi ve alnına tekrar dokunarak hayalindeki şekli tamamladı. Bir enerji çemberi aniden zihninden belirip çizdiği şeklin etrafını sararak onu daha tanıdık ve bütün hale getirmişti, bir pentagram haline...

Müzik beklediği ilk vurgu notasına eriştiğinde bedeni kasıldı, enstrümanlar ve melodiler büyülü konfetiler ve kuyruklu yıldızlar gibi gözlerinin önünde bir anafor yaratmıştı. Bir kez daha bilincini gökyüzüne iterken bedeni tekrar kasıldı, ve kozmik enerjiye eriştiğini hissettiğinde gevşedi, adeta beyaz bir ışık sütunu içine girmiş gibiydi... Huzur dolu...

Bir süre bedeninin gevşemesine izin verdikten sonra harekete geçmeye karar verdi. Bilinci artık serbest olduğu için kendini beyaz ışık sütunu boyunca uzaya yükseltmeye başladı, ilerlerken müzikle uyumlu bir şekilde evrenden kozmik enerjileri çağırıyordu. Bütün hatları açıkta kalmış olan astral bedeninin etrafında bir romalı gibi beyaz bir kıyafet oluştu ilkin; bileklerinde uçuşan enerji şeritleri ortaya çıktı ardından, ve bu görünümü aniden ortaya çıkan bir çift beyaz kanatla tamamladı. Ama hala görünüşünden tatmin olmamıştı, yarattığı astral imaj fevkalade olmasına rağmen yaptığı ayinin amacına uymamıştı, bu nedenle kendini kanatlı bir unicorn'a dönüştürmeyi tercih etti. "İşte şimdi oldu." diye düşündü memnun bir şekilde.

Müziği dinlediğinde, son vurgu noktasına yaklaştığının farkına vardı, hedefine bir an önce ulaşmalıydı, ve dönüştüğü Unicorn formunda ışık hızıyla tekrar dünyaya atıldı. Bir saniye içinde hedefinin evini bulmayı başardı, oluşturduğu astral form pencereden içeri girerken perdeleri hafifçe dalgalandırmıştı. Hedefini bulduğunda müziğin vurgu noktasına saliseler kalmıştı.

Ve bir kez daha müziğin ritmine kapıldı, uzayın derinliklerinden gelen melodilerin enerjisini boynuzunda topladı ve karşısındakini gökkuşağının tüm renkleriyle yıkadı, bu tedavi ritüelini uzun zamandır kullanmamış olmasına rağmen içgüdüleriyle kozmik enerjiyi büktü, ve kendi iradesine uygun olarak iyileştirmeye odaklanmış bir şekilde tekrar yaymaya başladı. Topladığı tüm enerjiyi yoğun bir ışıma şeklinde yaydıktan sonra gözlerini açtı.

Müzik sona ermişti, ve tekrar odasındaydı...

Hedefinin ne hissettiğini biliyordu, ayin boyunca sürekli ismini ve iyileşmesini söylediği için muhtemelen kulağı epey bir çınlamıştı. Hatta olumlu düşünceler içinde olduğunu hesaba katarsa sağ kulağının çınladığını bile söyleyebilirdi.

Peki ya iyileşecek miydi? "Bunu zaman gösterecek." diye düşündü. Ve her ayinden sonra olduğu gibi, acıkan karnını doyurmak için mutfağa yöneldi...

4 Eylül 2009 Cuma

Müzik & Tedavi

Müzikle tedavi çalışmalarından güzel neticeler elde ediliyor. “Müzik ruhun gıdasıdır” sözüne artık “ kalbin de gıdasıdır” demek gerekiyor.

Çünkü ABD'li bilim adamlarının yaptığı bir araştırma bunu destekler nitelikte. ABD Maryland Üniversitesi Tıp Merkezi Kardiyoloji Merkezi Başkanı Dr. Michale Miller sevilen bir müziğin dinlenmesi sırasında kan damarlarının genişlediğini söylüyor. Miller, “Kan damarları o sırada tıpkı kahkaha atıldığı veya kanla ilgili ilâç alındığı sıradakiyle aynı derecede genişliyor” demiş. Damarlar açıldığında kan daha sakin ve düzenli akmaya başlıyor ve bu sırada kalp krizleri ve felçlere yol açan pıhtıların oluşması azalıyormuş. Yapılan araştırmaya göre gönüllüler sevdikleri müziği dinlerken kan damarları % 26 oranında genişlerken, hoşlanmadıkları müziği dinlediklerinde ise % 6 oranında daralıyormuş.

Ameliyatlarda da müzik kullanılıyor..
Doğuştan beyinsel engelli Nathalie henüz 3 yaşında bir çocuk. Nathalie'nin nefes alış verişini düzenlemek için bir hortum takılması gerekmiştir. Ancak küçük kız el ve ayaklarıyla bu yabancı cisme karşı koymaktadır. New York taki Tıp Merkezi'nde sakinleştirici ilâç yerine müzik tercih edilmiş. Dr Joanne Loewy yatağın ucuna monte ettiği trompete birkaç defa vurarak Nathalie'yi sakinleştirmeyi başarmış. Doktor, trompete her vurduğunda küçük kızın kalp ritimleri ve soluk alış verişi düzene girmiş. Almanya'nın Hellersen Spor Hastanesinde ise hastalar müzik eşliğinde ameliyat edilmeye başlanmış. Hastanenin anestezi uzmanlarından Ralph Spintge, ameliyatlarda hastalara verilen sakinleştirici miktar kısa sürede yarı yarıya düşerken müzikle yatışan hastaların daha kısa sürede iyileşerek taburcu edildiği belirtiliyor.
Colorado Üniversitesi'nin 1996 yılındaki üç haftalık çalışmasında 10 felçli hastaya her gün 30 dakika olmak üzere ritmik uyarıcı müzik dinletilmiş. Bu hastaların yürüme becerilerinde bariz bir gelişme olduğu gözlenmiş. Müzik terapisti Deforia Lane müziğin çocuklarda bağışıklık sisteminin işlevini arttırdığını vurgulamış. Terapistler “hoşunuza giden müzik ihtiyacınız olandır” diyorlar. Türkiye'de de bazı doktorların ameliyatları müzik eşliğinde yaptığını medyada okuyoruz.

Müzikle tedavi Osmanlıda başlamıştı.
Tarihçiler Ortaçağ Avrupa'sında zihinsel engelli insanları tedavi etmeyi bırakın ölüme terk ettiklerini söylerler. O dönem Osmanlı toplumunda bu hastalara nasıl yaklaşıldığının en bariz göstergesi ise tabiî ki dört bir tarafa yayılmış darü'ş-şifalardır. Bunlardan birini Edirne de görmüş ve gezmiştim. Yemyeşil bir mekânda, gürültüden uzak, huzurun kaynağında ehil ellerde suyun, müziğin iyileştirici özelliğiyle tedavi olan hastalar. Farabi, İbni Sina, Haşim Bey, Hasan Şuri gibi yazarların eserlerinde hangi makamların hangi hastalıklara iyi geldiği anlatılır. Meselâ Rast makamının felce, baş ve göz ağrısına, Uşşak makamı ayaklara iyi gelmekle birlikte ayrıca uyku ve insana gülme hissi vermekte, Hüseyni makamı karaciğer kalp, Nihavent kan dolaşımı, kaslar, Saba makamı (sabah ezanının okunduğu makam) cesaret ve kuvvet, Segah kalp, beyin için fayda sağlamakta olduğu ifade edilir. Elbette bu bilginin uzun süren tıbbî araştırmalarla desteklenmesi önemli. Yıllardır müzikle tedavi konusunda çalışan ve Tümata isimli müzikle tedavi grubunun kurucusu Doç Dr. Rahmi Oruç Güvenç şunları söylüyor: “Müzikle tedaviyi en çok stres, depresyon, şizofren gibi psikolojik rahatsızlıklar ve çeşitli ağrılarda kullanıyoruz. Örneğin depresyon sevilen bir objenin kaybıyla oluşur. Müzik sevilen ve kaybolan objenin yerine geçer. Müzik duygulardaki blokları açarak gevşemeyi sağlar. Suyun akışı ile kişinin suyun bir kolu olma bağlantısı kurulur.”

ALINTIDIR...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Söyle Bana

Yazık bana, bunca emek verdim size, sana
Bilemezdim bu kadar kolay silinebileceğimi, kısa zamanda
Yazık bana, böyle lekelenmek yakışmadı bana...

Buna izin veremem bunu bilesin
Böyle bir hakaretin altında kalmam bunu da bilesin
Bana bunu diyorsun ama ya sen nesin
İhtimaller gözünde durur, sen bırakır gidersin

Çok kolay değil mi böyle bırakmak
"Olmuyor" deyip, kestirip atmak
Böyle mi senin aşk anlayışın
Hayata bakış açın, yaşam tarzın

Söyle, bir daha söyle, sence hangisi, seç birini
Güven uyandırmak mı, güven duymak mı önemli
Mutlu olmanı isteyenlere böyle mi cevap vermeli
İçinde inanmadığın birşeyi yapmak bu kadar mı eğlenceli

Tek celsede yalancı hükmü verdin peşin peşin; hiç tartmadın, etmedin
Söyle, durma cevap ver, bu mudur senin inandığın, güven dediğin
Kuru kuru güven demekle olmuyor demek senin bu güven dediğin
Onca kelime, kifayetsiz nihayetinde, nasıl daha devam edeyim, ne diyeyim

Lakin güvensiz demen çok doğru bana, gerek yok artık yalana
Ancak bilesinki tek amacım mutluluk aşılamaktı sana
Gerçekler isteyene gelir daima, kalamaz hasır altında
Ve bu gün hiç gelmesin isterdim tüm kalbimle aslında

Artık çok geç, ok yaydan çıktı
Yoldan dönecek kavşak kalmadı
Eğer gerçekleri istersen
Bu akıl bunları bir bir açıklamalı

Ya ilk günden beri yalan söylemişsem sana
Kaldırabilecek mi senin ruhun, aklın; söyle bana
Her zaman gerçekleri bilmek ister insan bilirim ama
Söyle bana, huzuru bulacak, mutlu olacak mısın bu sahnenin sonunda...

Söyle bana...
Tercihini...
Yalanları...
Ya da gerçekleri...

Söyle bana. . .

6 Haziran 2009 Cumartesi

Siyanür Efsaneleri - Ariana'nın Yüzüğü

- 1 -
Ariana’nın Yüzüğü

Ariana elindeki safir yüzüğe dalgın dalgın bakıyordu. Bir gece rüyasında bir perinin ona bu yüzüğü verdiğini görmüştü ve sabah uyandığında parmağına takılı bulmuştu yüzüğü. Yüzüğü düşünmekten vazgeçip sarayın bahçesine inmeye karar verdi. Dışarıda ılık bir meltem esiyordu. Muntazam bir şekilde ekilmiş lalere takıldı gözleri. Sonra havuzun yanındaki taşa oturdu suya dalgın dalgın bakmaya başladı. Su her zamankinden mavi görünüyordu sanki.

Rüzgarla beraberinde gelen güzel kokular iç dünyasını daha da aydınlığa taşımıştı.Yüzük ile tanışmadan önce hiç bu kadar mutlu olmamıştı.Bu güzelliklerin yüzükten kaynaklanabileceği aklından geçmiyor değildi. Birden babası Sanchez seslendi " Kızım hadi gel kahvaltı hazır.". Ariana doğruca şatonun kahvaltı yapılan salonuna doğru ilerledi.Şato o kadar büyüktü ki Sabah öğle ve akşam yemekleri ayrı salonlarda yeniliyordu.Ariana sofraya geçti.O sırada sofrada babası Sanchez , Annesi Sydnee bulunuyordu. Ariana'nın babasının İspanyol Annesinin Fransız olması , kahvaltı sofrasının bir hayli geniş menüye sahip olmasının nedenlerinden biriydi. Bay Sanchez hizmetçiye seslendi “Biraz tuz getirir misin?”

Hizmetçi tuzu getirdi. Babası Sanchez kızı Ariana'nın yüzüne baktı ve, "Kızım bu gün daha mutlusun sanki, yüzünde çok hoş bir ifade var nedir bu mutluluğunun sebebi?" diye sordu Ariana'da bilmiyordu mutluluğunun nedenini. Babasına baktı sadece. Kahvaltısını bitirdi ve kalktı.O koca şatoda o koca odasına doğru yürümeye başladı.Yürürken aklından yüzlerce soru geçiyordu.İçinde fark edemediği bir merakı vardı. Odasına çıktığında rüyasını düşünmeye başladı ve mutluluğunun sebebinin aslında parmağındaki yüzük olduğunun farkına vardı. Başladı yüzüğün sırrını çözmek için düşünmeye. Düşünüyor, düşünüyor ama gene de bulamıyordu ve birden aklına geçen gece başından geçen olay geldi.

Yine son derece gerçekçi bir rüya görmüştü. Rüyasında sarayın bahçesindeki havuzun suyuyla oynuyordu ve birden sular safir mavisi bir renk alıp bir hortum gibi dönerek yükselmişti. Başladığı gibi aniden duruveren hortumla beraber havuza yağan sular durduğunda Ariana havuza düşmeyip havada asılı kalan bir nesnenin farkına varmıştı. Bu nesne ucunda çember şeklinde bir safir olan bir kolyeydi. Ariana bunu hatırladığında hızla odasından fırladı ve koridorun sonundaki bir diğer odaya doğru hızlı adımlarla yürüdü, ardından kapıdan içeri attı kendini. Ariana rüyadan sonra ellerinin arasında bulduğu kolyeyi içinde bulunduğu çalışma odasında çekmeceye bıraktığını hatırladı. Çekmeceye yöneldi tam bir iki adım attı ki ayağının bir şeye değdiğini fark etti kolye yerde tam orada duruyordu. Halbuki çekmeceye koyduğunu çok iyi hatırlıyordu. Kolyeyi eline aldı. Bir elinde yüzük diğerinde kolye, ikisinin sanki birbirini tamamlayan parçalar olduğunu düşündü...

Ariana kolyeyi eline aldı ve aklının ucunda beliren hayalde üçgen mavi bir tılsım gördü, bahçedeki mavi havuzdaydı. Apar topar bahçeye koştu ve havuzun yanına geldi, ne yapacağını biliyordu. Yüzüğün takılı olduğu eliyle kolyeyi öne doğru uzattı ve havuzun suları canlanmışçasına yükselti ve anafor gibi dönmeye başladı. Döndü, döndü, muazzam bir hızla dönerken su minik damlacıklar halinde havada uçuşuyordu ve Ariana üçgen tılsımı gördü.

Elini tılsıma doğru uzatırken yüzük de elinin etrafında görünmez bir kalkan oluşturdu onu sudan korumak için. Uzandı ve parmakları tılsıma dokundu... Muazzambir patlamayla sular etrafa saçıldı, dağıldı. Ariana patlamanın şiddetiyle yere düştü.

Kolye yüzük ve tılsım birleşmişti... Ariana onu boynuna taktı...

Etraf sessizleştiğinde Ariana ayağa kalktı ve gördü. Artık evinin bahçesinde değildi...

Artık devasa bir şatonun önündeydi...

Siyanür, sessiz notaların şatosu...

Büyük avludan sesler geliyordu, ve Ariana, şatodan gelen müzik seslerinin büyüsüne kapılmış bir şekilde şatoya doğru yürümeye başladı, şatonun kapısına vardığında kapıdaki hizmetkar: "Hoş geldiniz biz de sizi bekliyorduk" diyerek kapıyı ardına kadar açtı ve koşar adımlarla oradan uzaklaştı, Ariana daha bir şey söyleyemeden hizmetkar, şatonun büyük avlusunda kayboluverdi. Bu olaydan bir kaç dakika sonra şatodan gelen müzik sesleri kesildi.etraf artık iyice kararmıştı, içindeki korku git gide artıyor ve göz bebekleri büyüyordu...soluğu kesildi ve bir kayanın üstüne oturdu. Gökyüzünü seyretmeye başladı.

Ve bir ses geldi....

Hikayemize katkıda bulunan yazarlarımız;
Angelica
Leonard
Mezguaşe
Nicely
Pardus
Şela
ve Tristus'a teşekkürler.

2. bölümde görüşmek üzere...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Bir Yaratıcılık Öyküsü

Küçük koyun Betsy Popsy kurt ile deredeymiş, kurdun adı Dimitris Pipisipis imiş. Bir gün bunlar ( kardeş bunlar ) balığa gitmişler. Küçük koyun Betsy bir balık yakalamış, ben vejeteryanım diyerek balığı yemiş (çiğ çiğ, suşi). Kurt da anti-vejeteryan imiş ve o da salata yemiş.

Sonra bunlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine, gökten üç suşi düşmüş, birini koyun, birini kurt, birini balık yemiş.

Derken olaya atom karınca katılmış, "Hani benim suşi'm?" demiş. Betsy Popsy demiş ki "Atta'ya gitti". "O zaman bende gideyim." demiş atom karınca ve gitmiş.

Demezken, Dimitris de "Hadi ava gidelim" demiş ( Yarım a, yarım ava ) küçük koyun Betsy Popsy ve balık Kalisteyas da bunu kabul etmiş. Yolda bunlara egzotik jojoba çiçekleri katılmış. Balık Kalisteyas, "Çok ezgotiksiniz" demiş. Jojoba çiçekleri de "Teveccühünüz." demiş (Soğan cücüğünüz).

Eee peki ya alanı?
Pratik olalım!

Reklamlardan sonra Betsy Popsy, Dimitris Pipisipis, Kalisteyas ve egzotik jojoba çiçeği Egzotica, beraber oz büyücüsünü aramaya koyulmuş...

...

Candemir Özdemir & Serkan Özkan
2006'da yazılmıştır...

Anlamsız Bir Gece

Enigmanın içinde kaybolsa bu gece
Aklında döner binbir bilmece
Kal benimle gitme bu gece
Anlat
Kayıp düğümlerini aklın, bir bir çöz
Yakala uçlarını, karışmasın tekrar
Kaybetmesin berraklığını
Tıpkı bir kristal misali
Dinle
Kayıp çocuğun masalını dinle
Söyledikleri paramparça belki
Sanki kalbi gibi, değil mi?
Yüzüne bakma sakın
Korkmasın çekinmesin
Söyleme
Neler gördüğünü söyleme
Bırak kayıp kalsın bazı gerçekler
Aklını bükme deliliğe
Bırak olsun bu gece
Doğaçlama dolu bir gece...

Berbat değil mi sence de?

19 Mayıs 2009 Salı

Nefret Çarkı

Fırtınalar kopar bazen insanın içinde
Bir acı, bir nefret, batar sana her nefeste
Huzur arar o zaman insan sükunette
Nafile bekler, kaybolur gelecekte

Bu kadar basite indirgenemez güçlü duygular
Gerekirse seni yolundan çeker, atar
Yahut çekmez bağrını deşer, yırtar
Ya da acıma duymaz, eder tarumar

Bu dizeler ki ezer geçer seni
Karşımdaki anlayamaz, bilmez beni
Bileninse kalbindedir korkunun soğuk eli
Bu kalp göğsümde atan, niceleri devirmeli

Gerekirse ezer, çiğner geçerim seni
Yıkar, parçalar, rezil rüsva ederim bunu bana diyeni
Kimmiş bu karşımda duran bu ahmak, bu deli
Anlasın bakalım neymiş cesaretin bedeli

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Eurovision: 1. yarı finalin destansı yarışmacısı!



Bulgaristan'ı temsil eden Krassimir Avramov'un seslendirdiği parçayı en kötü canlı performans olarak ilan ediyorum buradan. Birazdan ayrıntılı olarak analiz ederken açıklayacağım nedenini.

Evet şarkı başlıyor, girişte polifonik vokalleri duyuyoruz, tamam herşey makul düzeyde, nakaratı 2. defa söylemeye kalktıklarında "...you're mine" kısmına herkesin farklı yerde girdiğini duyuyoruz. Sonrasında ise kimden çıktığını çözemediğim cırtlak bir ses bütün vokalleriiii, müziğiiii herşeyi bastırıyor: "I need you much!!!"
DumurPoint #1

Şarkının söz kısmına geçiyoruz, herşey gayet iyi gidiyor, köprü kısmına geliyoruz evet hala sorun yo... bi saniye, son defa "... to go!" derlerken adam bariz opera vokal yapıyor, o zaman bu erkek sesi kimden geliyor?
DumurPoint #2

Vee tekrar nakarattayız. Adamın yumuşacık opera sesini her biri farklı tonda cırtlayan 3 kadın vokalin arasından kesinlikle duymuyoruz. Ardından gelen kısımda ise bariz bir playback olan vokal duyuluyor (bakınız ağzını oynatmayan şarkıcılar) .
DumurPoint #3

Ara bölüme girerken şarkının 1.42 dksında pembeli hatun şarkının tek dinlenebilir sesini çıkarıyor. Sonra sevgili Krassimir o "ipeksi" opera vokaline devam ediyor ( ama perde yükselme kısmına gelince yükselemiyor ) ve ardından 2.12, nakarat kısmı tekrar karşımızda vokallerin her biri artık kendi tadında takılmaya başlamıştır, Krassimir'in sesi duyulmaz olmuştur.
DumurPoint #4

Arka taraftaki uzun bacaklı elemanların birbirlerini havada çevirme hareketi sırasında, 2.25 dk'da dikkatli bakılırsa birinin diğerini un çuvalı gibi yere "bıraktığı" kesinlikle gözden kaçmaz. Son nakaratlara gelirken iyice kopan cırlavık vokallerden biri ( evet "cırlavık" tanımını hakediyorlar ) şarkıyı iyice rock tadında söylemeye başlar ( "Rhöaa I need so much!! " ) ama cırlaya cırlaya başladıkları cümleyi yarısında durdurup ( 2.47 ) kalan kısmı tamamen tezat "ipeksi" bir vokalle söylemeleri ise son nokta olmuştur.
DumurPoint #5

Sonuç olarak şarkıyı "söyleyen" Krassimir Avramov'un sesini sadece normal ses tonuyla konuştuğu ilk slow kısımda, bir de tek başına vokal yaptığı ara bölümde boğulmadan duyabildim, geri kalan kısımda cırlavık vokaller korosu dinledik.

Give me give me your time
Show me show me you're "maaaAAAAaaaaaAAAaaaAAAaaaaaayn"

Leo'dan Eurovision Notları: 1. Yarı Final

1) Karadağ: Sahne performansları beklediğimden iyiydi, ancak daha önce de belirttiğim gibi benzerleri arasında zayıf kalacak bir şarkıydı, nitekim kaldı da.

2) Çek Cumhuriyeti: Bu şarkıdan pek umudum yoktu, şarkı söylemekten çok mizahi yön ön plana çıkmıştı, finale çıkamadılar nitekim.

3) Belçika: Şovenist bir yaklaşımda olduklarını söylemiştim daha önce, sahne performansları iyiydi ancak yeterli olamadı görünüşe bakılırsa.

4) Belarus: Favori şarkılarımdan biriydi, bazı kazuletler yerine bunların finale çıkmasını tercih ederdim ama malesef çıkamadılar. Sahne performanslarını takdir ettim, uçuşan figür benzeri nesne her ne kadar isim koyamasam da göz dolduran bir öğeydi.

5) İsveç: Son derece bayık bir şarkıydı, ben eurovisionda bu tarz ritmi düşük şarkıları pek mantıklı bulmuyorum ama müzikal açıdan benzerlerine göre fark yaratabilecek bir şarkıydı, nitekim finale kaldılar da

6) Ermenistan: Beklediğim gibi farklı tarzlarıyla ( Çalıntı olup olmadığı beni ilgilendirmiyor ) ön plana çıkıp finale kalmayı başardılar, şarkı ve performans gayet iyiydi bence.

7) Andorra: Eurovision sunucumuzun bile şans vermediğini açık açık söylediği bir parça olaraktan finale çıkmalarına imkan olmadığını düşünüyordum, nitekim çıkamadılar.

8) İsviçre: Bana fena halde popüler bir grubu hatırlatan bu grup, finale çıkma şansı olan gruplardan biriydi bence ancak rakiplerine bakılacak olursa bu nispeten düşük bir olasılıktı ve finale kalamadılar.

9) Türkiye: Evet iyi güzel, tamam şarkı güzel, performans da iyi, finale de kaldık ancaaak... Hadise'nin yedigün bodrum mandalinası reklamına çıkması yanlış bir seçim olmuş bence. Zira portakallar olmuş mandalina...

10) İsrail: Bu şarkı beğendiğim parçalar arasındaydı, finale kalmaları yerinde oldu bence. Performansları da gayet iyiydi.

11) Bulgaristan: Tahmin ettiğim gibi kazulet misali dikilen solist vakası yaşandı bu şarkıda, evet performans iyiydi ancak vokallerin altında ezilen solist sesi sonunda finale kalmaları pek olası olmadı.

12) İzlanda: 2 senedir şarkıları güzel oluyor, sahne performansları çok güzeldi finale kalmalarını bekliyordum, nitekim finaldeler.

13) Makedonya: Şarkılarını bile hatırlamıyorum şu an, çok silik kaldılar diğer rakiplere nazaran. İlk elden eleneceklerin arasında düşünüyordum ki, ilk elden elendiler

14) Romanya: Yüksek şans verdiğim favorilerimden biri, finale çıkmasalardı dumur olurdum herhalde. Performansları gayet iyiydi, ayrıca benzerlerine nazaran bunlarda C vitamini de daha bol sanki. ( Böyle daha enerjikler ya o bakımdan vitaminli canım :P )

15) Finlandiya: Şarkıları çok güzeldi , performansları da iyi planmış görünüşe bakılırsa. Finaldeler.

16) Portekiz: Finale çıkmalarını beklemiyordum ancak canlı performansları beklediğimin çok üstündeydi, finale de çıktılar.

17) Malta: Benim tahminime göre jüri oyuyla çıkmıştır bu kadın finale. Cüssesiyle göz doldurduğu gözümden kaçmadı. ( Zaten gözden kaçacak gibi değildi ) Göz dolduramasa bile kadrajı doldurmada sorun yaşamadığı kesin. Finale çıkmalarına en çok şaşırdığım ülke bu oldu.

18) Bosna & Hersek: Gerek şarkı ritmi, gerekse ingilizce olmamasından dolayı pek şans tanımıyordum kendilerine, ben olsam şarkıya değil ülkeye oy vermiş olurdum herhalde

1. yarı finalden bu kadar, bunlar sadece benim düşüncelerim ama sonuçta eurovisionu ben yapmıyorum, dolayısıyla finale kimlerin kaldığı, kimlerin elendiği avrupanın ortak görüşü oluyor. Alınmaca gücenmece olmasın yani.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Leo'ya göre Eurovision

Evet bir eurovision fanatiği olaraktan çok çekişmeli bir eurovision bekliyorum bu sene. Bu sene eurovision'da fantastik ortaçağ öğeleri ve bilim-kurgu gelecek öğeleri görmek mümkün. Bazı ülkeler gerçekten güzel şarkılar çıkarmayı başarırken bazıları da gerçekten şaka gibi şarkılar üretmeyi başarıyor. Google da bu konuda bir tahmin hizmeti sunuyor bu sene bizlere, bakalım ne derece isabetli tahminler olacak göreceğiz 16 mayıs cumartesi gecesi.

Bazı ülkelere değinmek istiyorum şimdi.

Arnavutluk - Kejsi Tola - Carry Me In Your Dreams: Benim şahsi fikrim bu şarkıyı söyleyen şahısta sorun olduğu yönünde. Zira sanki müzik çalarken tesadüfen sahnenin önünden geçiyormuş da çıkıp şarkı söylemiş gibi bir hava var kızda. Klibini seyretmenizi tavsiye etmem, uzak durun.

Ermenistan - Anush - Jan Jan : Enteresan şarkılardan biri bu, insanın aklına takılıyor, durduğunuz yerde söyleme riskiniz var bu şarkıyı :D Şarkı ingilizce ve ermenice söylenmiş sanırım. Ben enteresan oluşundan dolayı üst sıralara çıkma ihtimali veriyorum ama google 20den yukarı çıkmaz diyor sanırım :D

Azerbaycan - Aysel & Arash - Always: Elnur Huseynov & Samir Javadzadeh 2lisinden sonra ( 1. olmayı hakediyorlardı bence ) bir başka ikiliyle Azerbaycan karşımızda. Bu defa daha oynak ezgiler sunan Azerbaycan şarkısı bence geçen seneki kadar iddialı değil. Geçen sene ilk 10a girmişlerdi, muhtemelen bu defa da gireceklerdir.

Belarus - Petr Elfimov - Eyes That Never Lie: İddialı şarkılardan biri, parçanın kendisi gayet iyi bestelenmiş, bu şarkının kaçıncı olacağını gerçekten merak ediyorum ama eminim hakettiğinden düşük olur.

Belçika - CopyCat - CopyCat : Dustin the Turkey ile açılan şovenist-ikon-solist furyası devam ediyor burada da, gereksiz bulduğum bir çalışma.

Bosna & Hersek - Regina - Bistra Voda: Klibini izlerken sıkıntıdan patladım üzgünüm. Slow parçalar kıvrak olanlara nazaran dezavantajlı başlıyor zaten eurovision'da, üstelik bir de ülkeye özgü bir dille söylenmiş. Şansı çok düşük bence, ki oy alırsa da şarkı değil ülkesi alır.

Bulgaristan - Krassimir Avramov - Illusion: Aslında güzel bir şarkı ama eminim adamın şarkıyı söyleme şekli bir çok kişiyi irrite etmiştir çoktan. Benim zevkime uyuyor olsa da bütün şarkıyı bu tonda söylemesi canlı performansa çok kötü patlayacaktır, zira adam bu sesi yumuşak bir seviyede kullanıyor, vokallerin sesinin adamı bastırması sorunu yaşanırsa şaşırmam. Klibindeki egzotik çekim yöntemlerine bakacak olursam eğer canlı performansta adamın kazulet gibi dikileceğini tahmin ediyorum. Güzel şarkı, güzel klip ama canlı performansdan umudum yok.

Çek Cumhuriyeti - Gipsy.Cz - Aven Romale: Çok rastgele bir şarkı olmuş, sözler uzatılıyor, kısaltılıyor, sıkıştırılıyor, genişletiliyor... Bunu dinleyenlerin 3/4ü şarkı bittiği anda ne dinlediğini unutur muhtemelen.

Estonya - Urban Symphony - Rändajad: Estonya'dan ilginç bir şarkı, ingilizce olsa ve bu kadar monoton gitmese çok iyi bir seçim olabilirmiş. Yine de birkaç defa dinlemeye değer bulduğum şarkılar arasında.

Finlandiya - Waldo's People - Lose Control: House techno gibi bişey oluyor sanırım türünden tam emin olamadım, ama gerçekten çok hoşuma giden şarkılar arasında, görünüşe bakılırsa finlandiya hard rock'tan daha fazla ekmek çıkmayacağına kanaat getirmiş ve teknoya çevirmiş rotasını.

Almanya - Alex Swings Oscar Sings - Miss Kiss Kiss: Şarkıyı söyleyen tip bana çok sahte geliyor, sanki eski bir filmden bir anda sahneye fırlamış gibi bir havası var. Sırf tip yüzünden şarkıdan soğumuş haldeyim. Almanyanın ingilizce şarkı yapması da hoş bir seçim yine de.

Yunanistan - Sakis Rouvas - This Is Our Night: Sıkı rakiplerden biri, ilk beş şarkıdan biri olması son derece olası. Sakis Rouvas daha önceden de eurovision tecrübesine sahip bir sanatçı, bu ya 2. ya da 3. girişi yarışmaya. Lakin Kenan doğulu için çakma ricky martin yorumu yapmış olan bir ülkenin neden kendi temsilcisi de böyle çakma bir imaj benimsemiştir hala merak konusu benim için.

İzlanda - Yohanna - Is It True? : İzlanda'dan yine fevkalade bir şarkı, geçen sene de euroband adlı bir grupla katılmışlardı eurovisiona, şarkılar güzel ancak ülke olarak pek oy şansları yok bence.

İsrail - Noa & Mira Awad - There Must Be Another Way: Güzel şarkılardan biri, sanırım şarkı 3 farklı dilde söyleniyor, eğer işkembeden sallamaya kalkarsam ibranice, arapça ve ingilizce söylendiğini iddia edebilirim ama emin değilim. Sanırım hakkettikleri oyu alamayacaklar ama.

Letonya - Intars Busulis - Probka: Uzak durmanızı önereceğim başka bir çalışma, şarkıyı rastgele bişeyler çığıran tiplerden hoşlananlar dinleyebilir tabi, bana göre çok rastgele söylenmiş adam orada burada bağırıyor. Nitekim Google verileri de pek şans vermemiş kendisine.

Litvanya - Sasha Son - Love: İlk dinleyişte antipatik gelse de dinledikçe kulağa daha iyi gelen şarkılardan biri. Farklı tarzıyla sıralamarda boy göstermesi olası bir parça.

Malta - Chiara - What If We: Bu kadın önceki girişinde de böyle bayık kuşlar böcekler melodisinde bir şarkıyla girmişti, ama görünüşe bakılırsa uslanmamış tekrar gelmiş. Zayıf bir tercih bence, aldığı oy bir elin parmaklarını geçmeyebilir bile.

Karadağ - Andrea Demirovic - Just Get Out Of My Life: Bu kişiyi takdir ediyorum, klibinde oynatacak bu kadar gay tipli şahsı bulmayı başardığı için. Şarkı eurovision stili için uygun ama rakipleri karşısında zayıf kalan bir tercih.

Norway - Alexander Rybak - Fairytale: Bu şarkıyı dinleyin ama izlemeyin, zira söyleyen kişi çok abuk mimiklere sahip. Google verilerinde birinci sırada görünüyor ama nedense bana yunanistan ile türkiye'nin daha çok şansı var gibi geliyor.

Portekiz - Flor-De-Lis - Todas As Ruas Do Amor: Bu şarkıyı dinleyenler eminin söyleyen kadının nasıl bu kadar çok "Suso...." ile başlayan kelimeyi bir araya getirdiğini merak edeceklerdir. Şahsen ben ettim.

Romanya - Elena - The Balkan Girls: Romanya'dan yine hareketli bir çalışma, genelde seçimleri iyi olan romanya bu sene de iyi bir parçayla yarışmada boy gösteriyor. Sıralamada daha iyi yerlede görmek isterdim şahsen.

Sırbistan - Marko Kon - Cipela: Sırbistanın birincilik aldığı şarkıdan sonra ne yapsalar yadırgamam artık. Sadece "ilginç" bir şarkı diyebiliyorum.

Slovenya - Quartissimo feat. Martina - Love Symphony: Slovenya son zamanlarda iyi şarkılar çıkarmaya başlamış bir ülke. Bu defaki temsilcileri Eurovision'da daha önce 3 defa yer almış vokallerden biri. Enstrümental olmaya daha yakın bir eser olarak, eurovision'da değişik bir tarz olmuş. Aslında daha iyi sonuçlar elde edebilir.

İspanya - Soraya - La Noche Es Para Mí: İddialı şarkılardan biri, hatta ilk beş şarkıdan biri olabilir ama sanırım ülkeden kaybediyor. Şarkı ingilizce ve ispanyolca söylenmiş.

Sanırım şimdilik bu kadar kritik yeterli, bunlar yarışmacılardan ilk bakışta gözüme çarpanlar. Bence yunanistan ile türkiye arasında kıyasıya bir mücadele olacaktır, ama sonucu yine finalde göreceğiz.

Bütün ülkelere buradan bol şans :D

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Horrr... Zzzz...

Uyku efekti olarak zzzz neden kullanılır hep merak etmişimdir, hatta bu tarz sorulara cevap getiren bir kitap basılmıştı, her ne kadar şu an ismini hatırlamasam da. Off amma çok yazı yazdım uykum geldi...

Horr... Zzzz...

3 Nisan 2009 Cuma

Fantastik bir grubun sıradan diyalogları

1) Bahçeşehir mini-con öncesi bir cafeye bişeyler yemek için gidilir, herkes bişeyler sipariş eder. O sırada menüde "Ponçik" isimli tatlı görülür. Ponçik'in ne olabileceği hakkında yaklaşık 10 dakika süren tahminlerden sonra, Leo garsona Ponçik'in ne olduğunu sorma kararı alır.

Leo: Pardon, şu Ponçik isimli tatlı nasıl bişey?
Garson: Eeöö, böle bişey var ( eliyle havada tuhaf bir cisim çizer ) sonra içinde başka bişey var (daha karmaşık hareketler) ha bi de üstünde çikolata var.
(Garsonun suratındaki herşeyi-muhteşem-anlattım ifadesini gören Leo, 2. defa şansını dener )

L: Yani böle bişey var, içinde de bişey var, bi de üstüne çikolata sosu öle mi?
G: Evet, evet, hatta elmalısı da var!
L: Hmm, e-evet, t-teşekkürler...

( Grupta bu tanıma mantıklı bir yorum getirebilen olmadı )

2) Eskişehir Con-An etkinliğine giden grubumuz Donas adlı bir fast food restoranda, Donas adı verilen dürüm siparişi verir. 5dk sonra masaya 1 tabak turşu gelir.

Garson gittikten sonra:
Mert: Bune? ( tabaktaki )
Leo: Turşu ( o tabaktaki )
Mert: Çatal? ( olmadan mı yiyeceğiz )
Leo: Kürdan ( kullanırız )
Mert: Ayran!? ( diyorum çünkü söyleyecek başka bişey aklıma gelmedi )

5dk kopma molası, ardından

Mert: Abi kelimelerle konuştuk resmen

Bu lafın üzerine Ali Emre kopar ve Mert'e dönerek:

Ali Emre: Abi normalde nasıl konuşuosunuz ki? :D :D

3) Eskişehirde oraya buraya gittiğimiz anlardan birinde, konu olimpiyat rekoru için saniyede kaç metre koşulması gerektiğine gelmiştir. Tartışma boyunca bol keseden kullanılan saniye-metre kelimeleri Leo'da anlık beyin sulanması yaratır ve konuşmaya girmeye çalıştığı anda ağzından şöle bir cümle çıkar:

Leo: Saniyede 9 saniye koşsan o zaman rekor kırardın abi ( yaptığı hatanın farkında değildir )
Ali Emre: Evet abi, saniyede 9 saniye koşmayı başarırsan zaten sen aşmışsın demektir!!!
Grup kopar.

4) Yine eskişehirde, bu defa cafe-bar tarzı bir yerde, jenga oynayan birkaç kişinin yaptığı gürültüyü duyan Mert soru sorma ihtiyacı hisseder:

Mert: Abi ne oynuyor bunlar?
Leo: Cango! Yok yok, Cengo!
Mert: ...
Leo: Congo, jangi, jongu..... ( bir türlü doğrusunu bulamaz )
Mert: Abi jenga mı demeye çalışıosun?
Leo: EWD JENGAAAA! TABİ YAAAA!
( bakınız acilen müşahade altına alınması gereken bir canlı türü )

5) Bu defa istanbulda bir cafe, ve yine Leo bir soruyla ortamı kitler

Leo: Abi uçan bir fil vardı ismi neydi onun?
Fatih:Jumbo mu?
Leo: Yok sanki başka bişeydi
Ali Emre: Jumboyu duydum da başka var mıydı ki?
(bir süre böyle devam ederler)
Mert: Abi bi de yunus flipper var o da yüzüyor!
(Grubun bir süre neye koptuğunu anlamaz mert, sonradan böyle dediğini inkar etmiştir, biz de bu inkarını ihmal ediyoruz şu an :D :D )

6) Eskişehirde, Con-An etkinliğinde konaklama için sunulan yurtlarda, grup 10 yataklı bir odaya toplanır, ve herkes uyuma modunda geyik yapmaya başlar yattığı yerden. Konuşma gayet normal sürmektedir, ancak mert 2 dk boyunca susar. 2 dk sonra mert 2 dk öncesinin konusu hakkında konuşmaya devam eder!

7) İstanbulda bir cafe de çayın yanında ikram edilen esmer şeker, grubu başka bir tartışmaya sürükler.

Ali Emre: Abi esmer şekeri nasıl yapıolar ki?
Leo: (desteksiz ama kendinden emin bir şekilde uydurur ) o şekerlerden biri meyveden çıkarılıo öbürü şeker kamışından, o yüzden renkleri farklı
Mert: Alakası yok abi gayet içinde bir madde var onu çıkarınca beyazlaşıo, yani esmer şeker daha doğal
Fatih: Abi belki de yakıyorlardır, yanınca esmerleşiyordur.
Mert: Abi şekeri ısıtırsan buharlaşır (yuh!)
Ali Emre: Oha abi nasıl buharlaşıyor
Mert: Abi tuzlu su gibi düşün
Leo: Abi tuzlu suyu ısıtırsan su buharlaşır, kalan tuz da yanar. (oha!)
Ali Emre: Abi tuz yanmazki başka bişey olur, süblimleşir filan (çüş!)
Mert: Süblimleşen tuza ne olur ki?
Fatih: Tabiki de esmer tuz olur!!!!

8) Grup yolda "atlama"nın tanımı konusunda tartışır
Mert: atlamak yer seviyesinin üstündeki bir şeyin üstünden geçmektir ( bacak kadar çitin üstünden geçmeyi atlama tanımına sokma çabasındadır)
Leo:Abi atlamak için aynı anda iki ayağında yerden kesilmesi gerekir
( Böyle böyle mcDonalds'a gelinir ve aynı tartışma milkshake eşliğinde yine başlar. Tartışmanın bir yerinde:

Ali Emre: Abi o zaman ben bu pipeti yere koyayım böylece sende üstünden "atlamış" ol

5dk kopma arası, sonra başka konuya geçilir, konuşmanın bir yerinde:

Mert: Tatlı yenir mi?
Leo: Abi tahta nasıl erisin!? ( sağır duymaz uydurur )

5dk'lık kopma arasını takiben:

Leo: Bi dakka ya, ne demek tatlı yenir mi?
Mert: Ne tahtası yaw?

5 dakikalık bir kopma arası daha verilir, sonra yine rastgele bir konuda tartışma başlar ( grup muhalefet karakterlerle dolup taştığı için her saniye sudan tartışmalar başlamaktadır zaten )

Fatih: Abi PVC'nin açılımı ne
Leo: Pembe Vanilyalı Card ( sallamanın bu kadarı )
Mert: Abi nerden yazdın onu 2 dkda yuh :D
Leo: Tamam tamam, PVC Protective Vinyl Cover demek
Fatih: ( kısa bir süreliğine inanmıştır ) wauuw iyimiş
2dk sonra bir jeton sesi duyulur
Fatih: Abi PVC polivinil klorür değil miydi?

5dk kopma arası aynı zamanda filmin koptuğu yer olmuştur...

20 Mart 2009 Cuma

Beyhude


Daha iyi bir kelime için
Geride bıraktığın bahçelerin
Kayıp giden sözcüklerin ardından
Dönüp ah etmek söyle ne için

Yazıp bozmak cezbeder korkuları
Hafızan sana karşı korur düşmanı
Neden sonra kendi içine baktığında
Nefret bastırır tüm duygularını

Anlam arayışlarında kayboluş
Binbir emek karşılığı tek kuruş
Bu denli çaba gerekli midir bilinmez
Belki başkası için yazmamak kurtuluş

İlham kovalanmış yıllar boyu
Çözülememiş ne huyu, ne de suyu
Lakin sorsan kimdir, nedir diye
Hikayeler doldurur dipsiz kuyuyu

Ne umuyorsun bu kaos, bu karmaşada
Uzak dur benden, ki ben deliliğin avuçlarında
Dilersen kaç, kurtul ama unutma
Her insan yarı akıllı, yarı divane aslında

10 Şubat 2009 Salı

Kusursuz Huzursuz

Yine baslar yeni bir gece,
Yine akar mı durgun ve sessizce?
Gerginlik, efendisini takip eder sadece
Huzursuzluk tekrar baş gösterince

Dinlenirdi bir zamanlar, kusursuz mezarında
Ama ayaklanmaya başladı Kusursuz, mezarında
Tabutundan fırladı birden bu lanetli soytarı
Hatırladı bir daha, Kusursuz Huzursuz'du onun adı

Gecenin karanlığı gizliydi lanetli kanatlarında
Ruhlar bin feryat eder onun her bir adımında
Yine de rezilliğine devam eder, ilerler kendi planında
Bilmez, bilse de aldırmaz, arkasında ne bırakmış, kimin umrunda

Güçlenmişti o, yarattığı karanlığında
Sonra bertaraf etti tek tük iyi yıldızları da
Kibir bürüdü gözünü, reddetti Ay'ın yardımını da
Zannediyor ki; müsamaha sonsuz Ay'da

Ay karar vermeden, düşündü son bir defa
İnce elemeli, sık dokumalı, bu ender vakada
Kim ki bu soytarı, gerçek mi acaba?
Belki de sahte bir balon, içi boş bir kukla...

Sonunda Safir Ay sonsuz geceye doğdu
Huzursuz karanlık kusursuzca yok oldu
Sebep olduğu karanlıklar bir bir yokolurken
Kusursuz Huzursuz anlayamadı ne oldu

Ay artık son hamlesini oynadı
Son karar bu kusursuz soytarıya kaldı
Safir Ay bekler, gitmez kolay kolay
Huzursuz soytarı, tekrar huzurlu melek olana kadar...

17 Ocak 2009 Cumartesi

Açıklama

Hep kendime benzettim ama,
Hep yanıldım sonunda.
Açıkça konuştum,
Çünkü dost bulmuştum.
Sense hiç hissettirmedin bana,
Neler gizliydi maskenin altında?
Hoş anlayacağımda yoktu benim.
Gerçek yüzünü sen gösterdin.
Engelledin, susturdun,
Son sözümü bile yutturdun.
Umrunda değildi o anki acım,
Yoktu bir açıklama duyma hakkım.
Ben durumu yavaş yavaş anladım.
Yine de boğazımda bir düğümle kaldım.
Sonunda gözlerim dolu anılara daldım,
Ve bu şiiri dostum, sana yazdım.
Ne de olsa verebileceğin tek birşey kaldı bana;
Gecikmiş de olsa gerekli bir açıklama...

3 Ocak 2009 Cumartesi

Aşk Nedir?

Hmm, ben asla aşık olmadım, ben asla aşık olmam da...

Pekala hadi bu böyle olsun. Ama madem aşık olmadım, aşkın ne olduğunu nerden biliyorum? Ya aşıksam da farkında değilsem?

Bir bakalım umarım aşk şu an düşündüğüm şey değildir:

Aşk, sevdiğinin üstü örtülü olsa bile belki üşür die bir kat daha battaniye koymaktır üstüne. Yanından geçerken olabildiğince sessizce yürümektir rahatsız olmasın diye.

Aşk, sevdiğin sana ne yaparsa yapsın, ona kızamamaktır. Ne kadar güçlü olursa olsun onu hep koruma isteğidir.

Aşk, onunla beraber acı çekmek onunla beraber ağlamak, onunla gülmektir.

Söyleyin aşk bu mudur?