30 Aralık 2008 Salı

Mantıklı olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu...

Herkes her gün açıklayamadığı tuhaf olaylar yaşar elbet. Biraz zaman geçtikten ( veya insan beynine bişeyler uyduracak vakit tanındıktan ) sonra o olaylara mantıklı bir kılıf uyduruluverir.

Günümüzde şarlatanlar öyle çoğalmıştır ki, akıl almayan herşey "mutlaka bir hilesi vardır" düşüncesiyle mantık tarafından otomatikman bertaraf edilir. Hatta bazen mantığın üstün çabaları yardımıyla gerçekte hilesiz olan olgulara bile bir hile yakıştırılıverir.

Peki ama gerçekten herşeyin altında bir hile var mıdır? Yoksa bazı şeyler açıklanamasa bile gerçekten oluyor mudur?

Cevap bulamadığım konulardan biri...

22 Aralık 2008 Pazartesi

Güneşin duru ışıkları


İlginçtir, insanlar söz oyunlarında, belagatlı konuşmalarda marifet göstermenin bir sanat olduğunu sanar, öylesine gizli, öylesine belirsiz laflar çarpar ki karşısındakine. Sanki kim daha belirsiz, daha iyi laf çarparsa bir yarışı kazanacakmış gibi rekabete girerler. Hatta bir üst seviyeye çıkıp, karşısındakini dinlemeye bile tenezzül etmeden, hayatı pahasına muhalefet yapmayı kıvanç nedeni olarak görenler bile ortaya çıkmıştır.

Peki ya bu sözde "sanat"ın gizli "ilmi"ni bilmeyenlere ne olur? Ben söyleyim, çok mutlu olurlar, hiç bilmezler başkalarının kötü düşüncelerini, çünkü bilenler bilir, bu ilmin sırrı karşısındakin yüzüne güneş misali gibi gülümseyip, diliyle en leziz kurabiyeler kadar tatlı görünen içi zehir dolu kelimeler savurmaktır. Kim daha etkili bir zehri daha iyi saklarsa o kazanır. Bu ilmin sırrını bilmeyenler de mutlulukla dolu sanki onu seven kişiler çokmuş yalanına inanarak, hoplaya zıplaya gezerler, gözleri kapalı onlara güvenirler.

Sonra aralarından bazı şanslılara ( veya şanssız mı denmeli, tayini size kalmış ) acıyan bir melek gelir gökyüzünden. Onlara kıyamaz o merhamet dolu melek, gerçeklerin küçücük bir parçasını, belki kendilerini savunmayı öğrenirler umuduyla, onlara açıklar dayanamayıp.

Sonra hiç kimseye güvenemeyen insan profili ortaya çıkar bu şanslı (!) kişilerde. Her şeyden şüphe eden, her lafın altına üç kere bakan, her adımda bir içsel çekişme yaşayan insancıklar. Sorsanız mutlu olduklarını bile söyleyeceklerdir.
Ama mutlular mıdır? Hayır.

Nerden mi biliyorum? Çünkü, sonunda bana acıyan gardiyan meleğim de bana bir işaret gönderdi, gerçeklerin küçücük bir kısmını da olsa gösteren bir işaret. Evet kendimi salak yerine konmuş hissettim, kendimi suçladım, kendimden nefret ettim. Ama kimbilir belki de Tanrı da bana acıdı ve yanlış düşündüğümü gösterecek bir kişiyi önüme koydu.

Şimdi mutlular mıdır? Evet.

Aslında bunun anlamı:
Bütün bu nefret ettiğim özellikler gerçekte beni ben yapan özellikler. Daha da önemlisi bir zayıflık değil bir erdem kategorisine konulması gereken özellikler. "Bu benim karanlığım değil, aksine ışığım." demem gereken özellikler.

Size sesleniyorum karanlıktan konuşanlar, ironik imaların gizli dehlizlerinde yaşayanlar! Bir gün canınız sıkılırsa, gerçeklerin gün ışığı kadar berrak olduğu, insanların içi ile dışını ayıran sınırların tatlı bir bahar meltemiyle kaybolduğu bahçelerime sizi de beklerim. Sakın ola yalanlarınızı, imalarınızı, muhalefetinizi beyhude zahmetlerle taşıyıp yorulmayınız. Saf, temiz insanların ışıkla yıkanmış bedenleri üzerinde sizin karanlık çamurlarınız leke bırakamaz çünkü.

Ben olduğum gibiyim, içi dışı bir, saf ve temizim. Beni böyle kabul edip sevenlere sevgim sonsuzdur, ancak yine de aflarını istirham ederim. Zira onları, karanlık kimliklerini ustalıkla saklayanlardan ayırt edebilecek ilim bana bahşedilmedi henüz. Altımda başka bir ben arayan karanlık insanlar, siz de lütfen kusuruma bakmayın, sizi de çok seviyorum lakin beraberinizde getirdiğiniz o meşum sanatı pek bilmiyorum, olur da zevkinize eşlik edemezsem sizinde affınızı istirham ederim.

Kalın sağlıcakla.

21 Aralık 2008 Pazar

Eh

Açıkçası çok fazla çeviri yapacak vaktim olmadığından, Deli'nin öyküsüne ara verme kararı aldım. Çevirileri tamamladıktan sonra başlayacağım muhtemelen. Gelelim daha güncel mevzulara...

15 Aralık 2008 Pazartesi

Bölüm 6 - Aşıklar


Deli enerjik, güven dolu ve hedefinin bilincinde, nereye gitmek istediğinden ve ne yapmak istediğinden emin bir şekilde yol ayrımına varmıştır. Ama önünde iki seçenek olmasına rağmen karşısındaki seçenekler onu bir çıkmaza sokmuştur. Meyve vermiş bir ağaç gitmeyi hedeflediği yolu işaret ederken diğer yolu işaret eden çok daha başka bir şey vardır, bir bayan.

Deli daha önce de kimisi bu bayandan daha çekici ve güzel olan birçok kadın görmüş ve tanımıştır, ancak bu defa her nasılsa bir şeylerin farklı olduğu hissine kapılır. Sanki bir aşk meleği onu kalbinden aşk okuyla vuruvermiştir. Onunla konuştukça, Deli bu duygularının, sanki hayatı boyunca eksikliğini hissettiği kayıp bir parçayı sonunda bulmuş gibi, giderek şiddetlendiğini fark eder. Onun da aynı şeyleri hissettiği apaçıktır, zira adeta bir melek gökten inip ruhlarını görünmez bir bağla bağlamışçasına; konuştukça aynı şeyleri düşünüp, birbirlerinin cümlelerini tamamladıklarının bilincine varır Deli.

Aslında planı meyve veren ağacın olduğu yolu tercih etmek olmasına, ve kadını da yanına almasının, hele hele farklı bir yol seçmesinin ona epey sorun yaratacağını bilmesine rağmen, onu arkada bırakmaya cesaret edemeyeceğini biliyordu. Tıpkı o meyve ağacı gibi, kadınında onu hedefine ulaştıracağına gözü kapalı inanmaktadır. İlk hedefinden ne kadar uzakta olursa olsun, geleceğin onda yatmakta olduğu hissinden kurtulamayan deli, sonunda kadını seçer ve beraber bambaşka bir yolda yürümeye başlarlar.

5 Aralık 2008 Cuma

Bölüm 5 - Papa


Geleceğini inşa etmek üzere kendine somut bir temel oluşturmuş olan Deli’nin aklına aniden bir korku düşer. Ya emek verdiği her şey ondan söküp alınırsa? Veya çalınır, kaybolur ya da yok edilirse? Ya yeterince yeterince iyi bir temel oluşturamazsa? Bu korkuların onda yarattığı panikle, kutsal bir yere gitmeye karar verir ve orada bilge Papa ile karşılaşır. Rahip adaylarının, onun öğretilerini öğrenip yaymaya hazır, Papa’nın önünde diz çöker olduğunu gören Deli, Papa’ya korkularını anlatmaya karar verir ve ona bunlardan nasıl kurtulabileceğini sorar.

“İki seçeneğin var” diye başlar Papa, bilgelik dolu bir sesle, “Ya kaybetmekten korktuklarını geride bırakırsın, böylece senin üzerindeki hakimiyetleri sona erer, ya da korkuların gerçekleştiği takdirde yine de sana kalacak olanları düşünürsün”. “Sonuçta,” diye devam eder Papa, “üzerinde uğraştığın her şeyi kaybetsen bile, edindiğin tecrübe ve bilgi yine de sana kalır, değil mi?”

Şaşırtıcı derecede basit ama bir o kadar da doğru olan bu tavsiyeyle Deli, korkularının yersiz olduğunu anlar ve hayata meydan okumak üzere mabetten çıkarak bir kez daha yola koyulur.

4 Aralık 2008 Perşembe

Bölüm 4 - İmparator


Büyücü Deli’ye hayatını seçme şansı sunmuş ve Deli, Başrahibe’nin yardımıyla seçimini yapmıştır. İmparatoriçe’nin yardımıyla hayatını nasıl geliştireceğini de öğrenen Deli, şimdi onu denetlemeyi de öğrenmelidir, ama nasıl? Deli bu düşünceler içindeyken yolu onu kudretli İmparator’un taştan tahtına kadar getirir. Deli, İmparator’un emirlerine nasıl hevesle ve hızlı bir şekilde itaat edildiğini, ülkesinin nasıl kusursuzca yönettildiğini görünce çok şaşırır. Saygılı bir şekilde, İmparator’a bunu nasıl başardığını sorar. İmparator ona döner ve: “Güçlü bir irade ve somut bir temel” diyerek devam eder. “Hayalperestlik, yaratıcılık, içgüdü, sabır bunların hepsi çok güzel erdemlerdir ancak yönetmek için kişi cesur, atılgan ve her şeye hazırlıklı olmalıdır.”

Artık yönetilmekten ziyade yönetmeye hazır olan Deli, yeni bir hedefle tekrar yola koyulur…

3 Aralık 2008 Çarşamba

Bölüm 3 - İmparatoriçe


Geleceğine ne şekil vereceğine karar vermiş bir halde yoluna devam eden Deli, amaçlarının tamamen gerçekleşmesi konusunda epey sabırsızdır. Bu esnada İmparatoriçe ile tanışır. Rüzgarda güneşin ışıklarıyla oynaşan altın buğdaylar kadar sarı saçları, yıldızlarla bezeli bir taçla süslü, üzerinde nar desenli bir sabahlık ile güzel İmparatoriçe, bereketli tarla ve meyve bahçeleriyle sarılı tahtında dinlenmektedir.

Diz çöken Deli hikayesini İmparatoriçeye anlatmaya başlar. Onu dinleyen İmparatoriçe, tepedeki güneş gibi insanın içini ısıtan bir tebessümle Deli’ye şu nasihatı verir: “Tıpkı yeni ekilmiş tohum ya da ana rahmindeki çocuk gibi, yeni bir yaşam, yeni bir aşk, yeni bir oluşum son derece hassastır. Büyümek için bereketli bir toprak, sabır ve bakım ister, senden sevgi ve ilgi bekler. Ancak o zaman çabaların meyve verecektir.”Geleceğini kurmak ve şekillendirmenin zaman isteyen bir çaba olduğunu anlayan Deli, İmparatoriçe’ye şükranlarını sunarak oradan ayrılır ve yoluna devam eder.

2 Aralık 2008 Salı

Bölüm 2 - Başrahibe


Yoluna devam eden Deli, ay ışığı altında iki sütunun arasında kurulu bir tahtta oturan güzel ve gizemli bir bayanla karşılaşır. Daha önce karşılaştığı büyücüyle adeta tezat oluşturur gibi, büyücünün konuşkanlığına karşı sessiz, hareketliliğine karşı durağan, ayakta oluşuna karşı sakince oturan, parlak güneşin altında oluşuna karşı ayın yumuşak ışığındaki bu eylemsiz bayan, Başrahibe’dir. Deli onun duruşu kadar kendi hakkındaki bilgisinden de etkilenir ve ortaya büyücünün ona verdiği kılıç, kadeh, asa ve diski koyarak “Benim hakkımda bu kadar bilgi sahibi olduğunuza göre, belki de bana yardımcı olabilirsiniz” diye söze başlar. “Büyücü bana bu araçları gösterdi, fakat şimdi bir kararsızlık içindeyim. Bunlarla yapabileceğim öyle çok şey var ki, bir türlü karar veremiyorum”. Deli’ye cevap olarak Başrahibe bir çift antik parşömen uzatarak “Bunlar karar vermene yardımcı olacaktır” der. Başrahibe’nin tahtının önünde yere oturan Deli, parşömenleri okumaya başlar. Sonunda Deli, ne isteyeceğine, nereye gideceğine, ne yapacağına karar verebilecek hale gelmiştir. Başrahibe’nin ona gösterecek daha bir çok gizemi --o nar desenli perdenin ardında nelerin gizli olduğu gibi-- olduğuna emin olmasına rağmen, odaklanmış ve hazır olduğuna kanaat getirerek ayağa kalkar ve Başrahibe’ye teşekkür ederek oradan ayrılır. Ancak giderken Başrahibe’nin, tahtın arkasında akan köpüklü derelerin huzurlu sesinden güçlükle ayırt edilebilen son fısıltıları kulağına gelir.

“Yolların en gizemlisinde yürümeye hazır olduğunda, tekrar karşılacağız…”

1 Aralık 2008 Pazartesi

Bölüm 1 - Büyücü

Yolunun üzerinde, Deli'nin ilk karşılaşağı kişi Büyücü olacaktır. Yetenekli, kendine güvenen, başının üstünde sonsuzluk şeklinde bir ışık halesi taşıyan Büyücü, Deli'yi adeta hipnotize eder. Öyleki Büyücünün isteğiyle, omzundaki çıkını ona vermekte tereddüt etmez. Asasını gökyüzüne, boştaki elini ise yeryüzünün merkezine doğrultan Büyücü, Deli'nin bihaber olduğu mistik güçleri yardımına çağırırır ve aynı anda çıkının düğümü, içindekileri ortaya sererek çözülüverir. Deli'nin gözünün önünde Büyücü tek bir sözüyle gelecek yaratmış, bütün olasılıklar, tercih edebileceği tüm yol ve seçim varyasyonlarını önüne sermiştir. Akıl ve iletişimin keskin kılıcı, maneviliğin ve azmin kızgın asası, aşk ve diğer duygularla dolup taşan kalplerin kadehi ve son olarak emek, varlık ve bedenin madeni diski. Bu araçlarla Deli, hayatına istediği şeyi ekleyip istediği şekilde hayatını şekillendirebileceğini anlar. Fakat asıl şu soru her zaman akla takılmıştır. O aletler büyücünün hüneriyle mi oluşturmuştur, yoksa aslında başından beri orada gizli bir halde kendini ortaya çıkaracak benliği mi beklemektedirler? Ve bu gizem hakkında belâgatlı büyücümüz tek kelime etmemekte kararlıdır...

Bölüm 0 - Deli


Bütün dünyevi varlığı küçük bir çıkında, Deli nereye gittiğini bilmeden gezer. Rüyalar ve hayallere öylesine dalmıştır ki, ne kenarından düşmek üzere olduğu uçurumun farkındadır, ne de bileklerini dişlemeye çalışan köpeğin...

Sadece yürür...

Yolu onu nereye götürecektir kim bilir...

29 Kasım 2008 Cumartesi

Hayaller?


Öylece durup akan suyu seyrederken kim düşler dünyasında 1-2 adım atma fikrine karşı koyabilir ki?

Yine bir gün böyle boş boş bakıp bilgisayarımın ekranında akan yazıları seyrederken, yine bu kısa yolculuklardan birini yaptım. Bu hayallerde genelde kendimi farklı farklı konumlarda hayal eder sonrada bu noktayla şu an durduğum yer arasındaki engellere odaklanırım. Çok yararı oluyor aslında. Güzel bir şarkının etkisinde oluşan bu hayal anı sayesinde yeni birşey keşfettim

İnsan, kendini hedefinden ayıran engelleri görünce kimi zaman umutsuzluğa kapılıyor. Ama atlanılan nokta 1 hedefe ulaşan 1den fazla yol olması.

Başarıya ulaşan yolda güçlü yönlere oynama sanatı daima kazanır. Her insan kendine has yeteneklerle eş doğmuştur, öne çıkanların üstünlüğü yeteneklerinden değil yeteneklerine güvenlerinden gelir. Savaşı kendi sahasına çeken kazanacaktır.

Basit bir örnek; güzel bir fotoğrafın olmamasından şikayetçisin. Bu durumda yakışıklılık / güzellik eksiliği senin için aşılmaz bir engel gibi görünür. Ancak güzel fotoğrafın tek yolu bu değildir. Planlama yeteneğini kullanır her fotoğrafda doğru ışıkta olmayı planlarsın, zekanı kullanır fotoşop yardımıyla kendine çeki düzen verirsin, insan ilişkilerini kullanır bu işten anlayan bir arkadaştan rica eder veya paranı kullanır bir stüdyoya yaptırtırsın.

İşte bir minik hayal dünyası yolculuğu bana bunları farkettirdi. Ya sana?

O halde artık engellere değil sonuca odaklanma vakti geldi.

27 Kasım 2008 Perşembe

Kayıp


Bir kez daha açılıyor aynı sayfa
Fırtınalar kopuyor her tarafta
Sarsılıyor, kapılıyor, savruluyorum
Paramparça oluyor ruhum bir kez daha
Bıkmadan, usanmadan topluyorum sonra
Ruhumun kırıntılarını, savrulmuş, her noktada
Ağlıyor, mütemadiyen ağlıyorum artık
Gözyaşlarım kan ağlıyor içimde
Dışarı çıkartmıyordum tek bir tanesini bile
Bir çiğ tanesi gibi göz kırpıyor şimdi zaman zaman
Uzaklara dalmış gözlerimin pınarlarından
Sonsuza uzanan acılar görüyorum artık her yolda
Her sayfada...

Bitmeyecek mi hiç bu savaş, bu kavga?
Zira artık yoruldum ben attığım adımlarda
Değil savaşmak, yaşamak zor gelir insana böyle anlarda
Akıl yıkıma uğruyor sonra, düşünceler darda
Bir ışık, bir ses arıyor o noktada
Bıkmıyor, bilmiyor bulamayacak belki de
Kim bilir, neden olmasın, belki de...

Birgün bir nokta konuluyor bir sayfaya
Git gide paragraflara, sonra satırlara...
Gün geliyor bakıyor insan neden sonra
Noktalardan başka bişey konmamış son sayfalarda
Nokta nokta nokta...

Kalacak güç mü kalır şimdi ayakta
Uzanmış yollar önünde sonsuz uzunlukta...

Ne olacak bu kayıp ruhun sonu?
Kim aldırır, bu kimin sorunu?
Akıl kanar, ruh sendelerken
Derler anca "Olamaz, daha çok erken"

Düşünecek güç yok, mecal yok artık bende
Akıl darmadağın, ruh biçare
Heyhat! Yok yok bu bedende
Nihayet batmakta artık bu güneş benim gökyüzümde,
Bir daha huzur dolu bir ay doğacak mı gecelerimde...
Belki de son gecemde...

21 Kasım 2008 Cuma

Kara Kaos Zindanlarında



Bir çok yaşam gizli her durakta
Biliyorum...
Nefesim kesiliyor, boğuluyorum
Anlatamıyorum...
İfade edemiyorum kendimi
Kelimeler parçalanıyor, yakıyor bedenimi
Bir alev, bir kor misali
Olmuyor, baştan başlıyorum
Olmuyor herşeyi yıkıyorum
Bırakıyorum kalbimi geride
Aklımı cehennemin en dibinde
Ama olmuyor, yine olmuyor
Bir elimde sonsuzu yakalıyorum
Diğer elimde ise bir hiçlikle duruyorum
Ayaktayım ama yıkılıyorum

Yürüyorum neden sonra
Sayfalar boyu, göz göze geliyorum geçmişle
Özel birşeyler yapmaya çalışıyorum
Olmuyor gerisin geri itiliyor, atılıyor, savruluyorum
Geri çekiliyor, huzur içinde ölmeyi bekliyorum
Yine olmuyor, geri çağırılıyorum
Kayıp görevlerime, hayallerime
Ne benle olabiliyorum
Ne de bensiz...
Biliyor ama anlatamıyorum...
Lanetler sarıyor etrafımı
Kulağımda karanlık uğultular
Işık olup parlıyor kara deliği güneş ediyorum...
Neşe sarıyor bedenimi neden sonra
Tarifsiz milyonlarca mutluluk bekler ruhumda
Sise boğuyorum birden kendimi, karartıyorum hayallerimi
Sonsuzluğun sonuna gidiyorum bir nevi
Işıklar sönüyor orada bir kez daha
Sonsuz karanlıkta...

Ayaklanıyor, bir kez daha kalkıyorum
Anlatmak, haykırmak için kalkıyorum
Olmuyor, vuruluyor, bir kez daha düşüyor, düşünüyorum
Nerde hata yapıyorum, düşünüyorum ama döngüden çıkamıyorum
Neşe, keder, neşe, keder...
Sonsuza uzanan sonlu döngüler
Karışıyor karıştırıyor herşey beynimi
Bedenimi...
Ve olmuyor, yine yapamıyorum
Açılamıyor, gerçek yüzümü gösteremiyorum
Kendi kendimi kendimde kaybolmaya mahkum ediyorum
Hala kendimi tekrar ediyor, aynı hatayı bir kez daha yapıyorum
İçimden söküp çıkardığım bu kaosu tekrar gömüyorum
Bunca zaman olduğu ve olacağı gibi
Zira hala anlatamıyorum...

20 Kasım 2008 Perşembe

Neden kendini koşullandırırsın?


İlginçtir, insanlar kendilerini bir çok yönden sınırlandırmaya alışmış. Çoğunlukla da bunun bilincinde olmadan

Mesela basit bir örnek: Dans.

Son moda "Ay ben danstan hiç anlamam, dans dersi alayım belki 2 hareket öğrenirim" lafı. Neden? "Salsa" sadece uzun yıllar düşünsel mistik aydınlanmalar yaşamış bir alimin, ya da her adımı formülize etmiş bir bilimadamının çalışması sonucu mu keşfedilebilir. Kesinlikle ve kesinlikle hayır!

Elin adamı çıkıyor ortaya 2 vık vık 3 şık şık 1 de popo sallıyor, fakat, fakat, aman tanrım, neler oluyor! Az önce kutsal bir teknik mi keşfedildi yoksa? Hadi ismi de "Salsa" olsun!!!

Böyle saçma bir şekilde olmayacağı kesin. O halde neden orjinal olmuyorsun? Hadi gözlerini kapa müziği iyice aç ve bir kez olsun bedenini özgür bırak. Bırak bedenin seni anlatsın, içindeki ruhu özgür bıraksın.

Bence "Danstan hiç anlamam","Poz vermeyi hiç beceremedim","Şunu bilmem","Onu yapmam","Hatta ben hiç bişey yapamam" gibi cümlelerle dolu hayat sayfalarında bir parantez aç ve şöyle yaz "Denemekten zarar gelmez, değil mi?"

19 Kasım 2008 Çarşamba

Neden olmasın?

İşte şimdi doğuyor güneşin ışıkları
Kalk, dağıt tüm karanlığını
Benimle aç kucağını yeni doğan güne
Umutla açan her bir yeni çiçeğe

Coşkunu göster bana, hadi durma
Neyi arıyorsun gölgelerin koynunda
Bu ne zavallılık, bu ne acizlik
Söyle ne buluyorsun bu lanetli oyunda

Hadi kalbini aç bana, çekinme
Sakladığın karanlıkları bırak geride
Boşalt zehirleri, arındır tüm bedenini
Ve uzun zaman sonra bir kez daha
Gülümse bana

Ne neden ne de sonuç arama bende
Ne geçmişe takıl, ne geleceğe kapıl bence
Göreceksin herşey anlam kazanacak o zaman
Aslında mutlu olduğun an, aslında her an

Ne güzellikler serili senin önünde
Hiç gerek yok utanmaya da, çekinmeye de
Gel bir kez daha, kapıl doğanın çağrısına
Dök ortaya ne var ne yoksa bedeninde, aklında

Hadi bir kez, hayatında tek bir kez
Yalan söyleme, ne bana, ne de kendine
Dürüst ol bir kez etrafındaki herkese
Sonra düşün, anla, acaba ne var
Senin karanlık maskenin ardında

Dur orada şimdi, hemen suçlama kendini
Bunca zaman ettiğin yeminleri, hayallerini
Anla ve kabullen hatalarını, sınırlarını
Sonunda göreceksin en zayıf noktanı
Gerçekte kimi kandırdığını

Şimdi yürü kendi seçtiğin yolda
Ama zor, ama kolay; gerçeklerin yolunda
Ve hatırla, attığın dürüst adımlarda
Dikkat etmen gereken tek bir şeyi
Kalbini...

Ne yapardın?

Hayat ilerlerken etrafında
Zaman bir an dursa
Tıpkı senin gibi soluk
Siyah beyaz olsa

Ne yapardın yerimde olsan

İnsanlar senin yerine konuşur
Senin etrafında döner durur
Sevgi, dostluk adına derken
Seni yönetmenin yolunu bulur

Ne yapardın yerimde olsan

Konuşamaz, cevap veremez
Eli kolu bağlı, hareket edemez
Çaresiz döner dururken
Biçare, tepki veremez

Ne yapardın yerimde olsan

Sonra dönüp kendine baksan
Önce anlasan, sonra suskun kalsan
Konuşmadan kendini özgür bıraksan
Sadece var olduğunu anlasan

Ne yapardın yerimde olsan
Belki de derdin işte o zaman
"En iyisi ben senin yerinde olmasam"